Kavacık Şelalesine gitmeye çalışırken...
Kavacık, İzmir’de
yaşayan doğa severler için biçilmez bir kaftan olabilir. Burayı
ilk keşfetmem müze kart çıkarmak için gittiğim alsancaktaki
binaydı. Burada Kavacık'ın broşürünü gördüm güzel bir doğa
resmi ve yufka açan bir teyzeyi koymuşlar dikkatimi çekti. Hemen
yola koyulabilmek için planlamaya başladım. Biraz internetten
araştırma yaptım ve dere olduğunu daha sonrasında da bir şelale
olduğunu öğrendim.
Hikayenin ilginç
kısmı da şelale de aslında neyse oraya geleceğiz. İzmir
Buca’dan çıkarak Kavacığa nasıl gidebileceğime baktıktan
sonra. Limontepe üzerinden bir yol olduğunu gördüm. Ve yola
koyuldum. Bahar aylarıydı fakat havalar çok da ısınmamıştı.
Ve kavacığa giden yolda daha da soğuyacağını düşünemeden
biraz hazırlıksız çıktım yola aslında. Neyse Bucadan çıkıp
yola koyulduktan ve biraz otabanda gittikten sonra, Limontepe yol ayrımına doğru yöneldim daha sonrasında Kavacık yolunu tuttum.
Bu yol gidiş geliş bir dağ yolu, başta pek güzel olmayan bu
asfalt yol, zamanla çok güzelleştirildi, e yolun manzarasıda
güzel olunca tatlı virajları ile gerçekten tam bir motosiklet
keyfi haline geliyor. Rakım yükseldikçe şehirden uzaklaşmanın
etkisi ile dağın temiz havasını içinize çekmeye
başlayabiliyorsunuz. Havanın temizliği, insana huzur veriyor. Bir de manzarası var, sağınızda bazen deniz bazen orman
bazen de çok görkemli duran kayalıklar sizi cezbediyor.
Köylerden
geçiyoruz çok az nüfusu olan köyler bunlar. Tencerelerde pişen
yemekler. Başlarında teyzeler. Gayet güzel insan manzaraları
eşliğinde köylerden geçiyoruz. Köylerin yakınlarında uçuşan
şahinler var. Bir tanesi ağacın dallarındaymış ve benden ürküp
hemen yanımdan havalanıp bana güzel bir anı yaşattı.
Yola dönecek
olursak, Kavacık yolu gerçekten çok güzel. Virajları ile doğası
ile mest etmeyi başarıyor. Meraklı bir yolculuğun sonunda Kavacık'a varıyorum. Ancak köyün
giriş sapağını kaçırmak gerçekten çok kolay bu yüzden dikkatli olun. Köye giriyoruz, önce
bir mezarlığın yanından geçiyorum. Dere ve şelale arayışına girmeden, öncelikle
köyün merkezine uğruyorum. Hemen köy kahvesine oturup bir çay
söylüyorum. Birine şelaleyi soruyorum ama bilmediğini görünce
biraz şaşırıyorum doğrusu. Çayımı bitirip yola koyuluyorum.
Dereye giden yolu bulabilmek için trekkingden öğrenmiş olduğum bazı bilgiler ile gördüğüm kırmızı beyaz çizgili rotaları takibe
başlıyorum. Yol arazi koşullarına bağlayınca, motoru bırakıp
yayan olarak devam etmeye karar veriyorum. Toprak yolda yürümeye
başlıyorum fakat havanın gerçekten İzmir’e göre çok
değiştiğini ve soğuduğunu söylemek zorundayım, insanın içini
titreten rüzgarları var.
Yürürken işçi
arabaları görüyorum ve aklıma broşür yazısı geliyor, bu yazıda okuduğum kadarıyla buralarda altın madeni de varmış. Neyse benim
altınla işim yoktu doğa yürüyüşüne ve şelale görmeye
gelmiştim fakat gelin bunu bir de sevimli amcamıza anlatalım.
Yürümeye devam edip köşeyi döndüm bir köprü yapılmış iki
yolu birleştiriyor ve köprünün üzerinden güzel ve güçlü bir
su akışı var. Karşıdan katırın üzerinde bir amcamız geliyor.
Hemen selam verip başlıyoruz muhabbete.
Ben : “Amca
merhaba, buralarda bir şelale varmış ?” diyorum
Amca : “Şelaleyi
biliyorum ama söylemem diyor”
Neden diye soruyorum
? Ben bilirim o şelaleri deyip eliyle para işareti yapıyor. Tabi
başta anlayamıyorum ama. Sonra altın madeni aklıma geliyor ve bu
demek oluyor ki buralara altın aramak için gelen de çok oluyor
olabilir.
Amcaya diyorum ki
benim altınla işim yok ama inandıramıyorum bir türlü. Bulursam
sana da getireyim deyip bir espri yapıyorum fakat amca yine
suçlamalara devam edip biz çok gördük öylesini deyip lafı
yapıştırıyor. Amcaya selamımı verip yoluma devam ediyorum.
Yol çok güzel bir
hal alıyor sağ tarafımdan akan dere onun şırıltıları, kuş
cıvıltıları tertemiz bir hava. Gerçekten çok keyif almaya
başladım yürürken. Fakat bu sessizlik bir süre sonra yok oldu ve
yerini bir kazma makinesinin sesine bırakmaya başladı. İşte
bunlar altın madenini kazan işçilerdi. Gidip onlara sordum bu
sefer ama onların da haberi yok şelaleden. Yoluma devam ediyorum.
Biraz daha yürüdükten sonra artık derenin sesi de yok olmaya
başladı ve geri dönmeye karar verdim. Sonra yol üzerinden gelen
bir araba durdu ve selamlaştıktan sonra beni kavacığa kadar
bırakmayı teklif ediyor. Şelaleyi soruyorum ona da arkada
kaldığını kavacığa yakın bir yerde olduğunu söylüyor. Bende
atlıyorum arabaya. Biraz muhabbet ediyoruz ve zaten abimizin
Kavacıklı olduğunu ve köyünü ziyarete gidiyor olduğunu
öğrendim. Araba ile hızlıca köprünün oraya kadar geliyoruz
yine ve adam oradan yolu tarif ediyor şelale için. Tam da amca ile
konuştuğumuz yerde tabi içimden amcaya bir küfür patlatmak
gelmedi değil neyse işin şakası bir yana hava kararmaya başladığı
için artık bir yere gitmiyorum ve geri dönmek için motorumun
yanına geliyorum. Dönüşte Limontepe tarafına gitmek yerine,
Güzelbahçe yönüne giderek o yola da bakıyorum ve aynı şekilde
güzel virajlı dağ yolları olmasına karşın, asfaltı diğer yol
kadar iyi değil. Ama deniz manzarası ağırlıklı olduğu için o
yönüyle güzel bir yol olabilir.
Kavacığa daha
sonraki gidişlerimde dere kenarında semaverde çay demleyip içmeyi
ihmal etmedim.
Tabi ki şelaleye de
gittim daha doğrusu çağlayan diyebiliriz.
Kavacık gayet
keyifli bir yer olması ile hoşça vakit geçirilebilecek şehirden
uzaklaşıp rahatlayabileceğiniz bir ortam. Kesinlikle gitmenizi
tavsiye ederim. Bir de güzel gözlemecileri var manzara eşliğinde
gözlemenizi yiyip çayınızı içebilirsiniz.
Bugünlük bu kadar.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.