14 Aralık 2018 Cuma

İzmir - Kavacık


Kavacık Şelalesine gitmeye çalışırken...


Kavacık manzara
Kavacık, İzmir’de yaşayan doğa severler için biçilmez bir kaftan olabilir. Burayı ilk keşfetmem müze kart çıkarmak için gittiğim alsancaktaki binaydı. Burada Kavacık'ın broşürünü gördüm güzel bir doğa resmi ve yufka açan bir teyzeyi koymuşlar dikkatimi çekti. Hemen yola koyulabilmek için planlamaya başladım. Biraz internetten araştırma yaptım ve dere olduğunu daha sonrasında da bir şelale olduğunu öğrendim.

Hikayenin ilginç kısmı da şelale de aslında neyse oraya geleceğiz. İzmir Buca’dan çıkarak Kavacığa nasıl gidebileceğime baktıktan sonra. Limontepe üzerinden bir yol olduğunu gördüm. Ve yola koyuldum. Bahar aylarıydı fakat havalar çok da ısınmamıştı. Ve kavacığa giden yolda daha da soğuyacağını düşünemeden biraz hazırlıksız çıktım yola aslında. Neyse Bucadan çıkıp yola koyulduktan ve biraz otabanda gittikten sonra, Limontepe yol ayrımına doğru yöneldim daha sonrasında Kavacık yolunu tuttum. Bu yol gidiş geliş bir dağ yolu, başta pek güzel olmayan bu asfalt yol, zamanla çok güzelleştirildi, e yolun manzarasıda güzel olunca tatlı virajları ile gerçekten tam bir motosiklet keyfi haline geliyor. Rakım yükseldikçe şehirden uzaklaşmanın etkisi ile dağın temiz havasını içinize çekmeye başlayabiliyorsunuz. Havanın temizliği, insana huzur veriyor. Bir de manzarası var, sağınızda bazen deniz bazen orman bazen de çok görkemli duran kayalıklar sizi cezbediyor. 

Köylerden geçiyoruz çok az nüfusu olan köyler bunlar. Tencerelerde pişen yemekler. Başlarında teyzeler. Gayet güzel insan manzaraları eşliğinde köylerden geçiyoruz. Köylerin yakınlarında uçuşan şahinler var. Bir tanesi ağacın dallarındaymış ve benden ürküp hemen yanımdan havalanıp bana güzel bir anı yaşattı.

Yola dönecek olursak, Kavacık yolu gerçekten çok güzel. Virajları ile doğası ile mest etmeyi başarıyor. Meraklı bir yolculuğun sonunda Kavacık'a varıyorum. Ancak köyün giriş sapağını kaçırmak gerçekten çok kolay bu yüzden dikkatli olun. Köye giriyoruz, önce bir mezarlığın yanından geçiyorum. Dere ve şelale arayışına girmeden, öncelikle köyün merkezine uğruyorum. Hemen köy kahvesine oturup bir çay söylüyorum. Birine şelaleyi soruyorum ama bilmediğini görünce biraz şaşırıyorum doğrusu. Çayımı bitirip yola koyuluyorum. Dereye giden yolu bulabilmek için trekkingden öğrenmiş olduğum bazı bilgiler ile gördüğüm kırmızı beyaz çizgili rotaları takibe başlıyorum. Yol arazi koşullarına bağlayınca, motoru bırakıp yayan olarak devam etmeye karar veriyorum. Toprak yolda yürümeye başlıyorum fakat havanın gerçekten İzmir’e göre çok değiştiğini ve soğuduğunu söylemek zorundayım, insanın içini titreten rüzgarları var.

Yürürken işçi arabaları görüyorum ve aklıma broşür yazısı geliyor, bu yazıda okuduğum kadarıyla buralarda altın madeni de varmış. Neyse benim altınla işim yoktu doğa yürüyüşüne ve şelale görmeye gelmiştim fakat gelin bunu bir de sevimli amcamıza anlatalım. Yürümeye devam edip köşeyi döndüm bir köprü yapılmış iki yolu birleştiriyor ve köprünün üzerinden güzel ve güçlü bir su akışı var. Karşıdan katırın üzerinde bir amcamız geliyor. Hemen selam verip başlıyoruz muhabbete.

Ben : “Amca merhaba, buralarda bir şelale varmış ?” diyorum
Amca : “Şelaleyi biliyorum ama söylemem diyor”

Neden diye soruyorum ? Ben bilirim o şelaleri deyip eliyle para işareti yapıyor. Tabi başta anlayamıyorum ama. Sonra altın madeni aklıma geliyor ve bu demek oluyor ki buralara altın aramak için gelen de çok oluyor olabilir.

Amcaya diyorum ki benim altınla işim yok ama inandıramıyorum bir türlü. Bulursam sana da getireyim deyip bir espri yapıyorum fakat amca yine suçlamalara devam edip biz çok gördük öylesini deyip lafı yapıştırıyor. Amcaya selamımı verip yoluma devam ediyorum.
Yol çok güzel bir hal alıyor sağ tarafımdan akan dere onun şırıltıları, kuş cıvıltıları tertemiz bir hava. Gerçekten çok keyif almaya başladım yürürken. Fakat bu sessizlik bir süre sonra yok oldu ve yerini bir kazma makinesinin sesine bırakmaya başladı. İşte bunlar altın madenini kazan işçilerdi. Gidip onlara sordum bu sefer ama onların da haberi yok şelaleden. Yoluma devam ediyorum. Biraz daha yürüdükten sonra artık derenin sesi de yok olmaya başladı ve geri dönmeye karar verdim. Sonra yol üzerinden gelen bir araba durdu ve selamlaştıktan sonra beni kavacığa kadar bırakmayı teklif ediyor. Şelaleyi soruyorum ona da arkada kaldığını kavacığa yakın bir yerde olduğunu söylüyor. Bende atlıyorum arabaya. Biraz muhabbet ediyoruz ve zaten abimizin Kavacıklı olduğunu ve köyünü ziyarete gidiyor olduğunu öğrendim. Araba ile hızlıca köprünün oraya kadar geliyoruz yine ve adam oradan yolu tarif ediyor şelale için. Tam da amca ile konuştuğumuz yerde tabi içimden amcaya bir küfür patlatmak gelmedi değil neyse işin şakası bir yana hava kararmaya başladığı için artık bir yere gitmiyorum ve geri dönmek için motorumun yanına geliyorum. Dönüşte Limontepe tarafına gitmek yerine, Güzelbahçe yönüne giderek o yola da bakıyorum ve aynı şekilde güzel virajlı dağ yolları olmasına karşın, asfaltı diğer yol kadar iyi değil. Ama deniz manzarası ağırlıklı olduğu için o yönüyle güzel bir yol olabilir.


Semaver

Kavacığa daha sonraki gidişlerimde dere kenarında semaverde çay demleyip içmeyi ihmal etmedim.




Tabi ki şelaleye de gittim daha doğrusu çağlayan diyebiliriz.

Kavacık gayet keyifli bir yer olması ile hoşça vakit geçirilebilecek şehirden uzaklaşıp rahatlayabileceğiniz bir ortam. Kesinlikle gitmenizi tavsiye ederim. Bir de güzel gözlemecileri var manzara eşliğinde gözlemenizi yiyip çayınızı içebilirsiniz.

Bugünlük bu kadar. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder